Migren genetik havuzundan çeyiz sandığına düşen en üretken tohumlardan birisi kaygı veya titizlik başta olmak üzere farklı şekillerde yeşeren psikolojik bozukluklar tohumudur kuşkusuz. Yüzde yetmişi aşan bir oranda migrenli ve kaygılı ebeveynlere sahip olan bu bireyler sahip oldukları gen tohumlarını, ebeveynlerinin farkında olmadan onlara hazırladıkları “mükemmeliyetçi ve hassas” bahçede kolayca yeşertirler. Böyle bir ortamda yeşeren genler ise bireyin tüm hayatına yön verir bir anlamda, migren sahneye başrolde çıksın veya çıkmasın.

Beynimizin ön bölümünün (lobunun) iç kısmında yer alan bir bölge (orbitofrontal korteks) ve üretilen kimyasallara ait bozukluklar kişileri adeta “tüm dünyanın düşünce yükünü çekmek üzere görevlendirilmiş” gibi hissettirir. Onlar ellerinde olmadan çok hassas ve detaycıdırlar. Kimseyi kırmak istemezler. İşlerinde detaycı ve titiz oldukları için bir ölçüde takdir görebilirler ancak diğer insanların aynı hassasiyeti göstermiyor oluşları bir ölçüde incitir onları. İşte bu kişiler migren türü başağrısı açısından dezavantajlıdır. Neden mi?

Genetik olarak aynı potansiyeli yeşertecek benzer hassasiyette anne-babalarla büyümüşlerdir. Ailede doğal olarak düzenli ve duygusal açıdan hassas çocuklar daha fazla takdir edildiği için bu gen daha da yeşerip gelişmiştir. Eğer ailede bu çocuğun gelişimini örseleyen şiddet, istismar veya baskı ortamı varsa genden çıkan proteinler (yani bizim ifade ettiğimiz gibi anlatırsak bahçede yeşerip büyümekte olan bitki) biraz değişikliğe uğrayabilir ve olay tedavi gerektiren bir hastalık boyutunu alabilir. Bu durumda yaşanan stres migren türü başağrılarını sıklaştırır, sıklaşan başağrıları ise stresi artırır. Sonuçta bireyin yaşam kalitesi düşer.

     Hassas, detaycı, ince ruhlu ve mükemmeliyetçi bir kişinin;

  • Sıkça yaşanan başağrısı ile hayattan kopan saatler
  • Başağrısı neden oluyor? diye adeta beyni patlatan cevapsız onlarca soru ile geçen saatler
  • Başağrısı nedeniyle aksayan dersler, görevler, gidilemeyen sosyal etkinlikler, bozulan ilişkiler
  • Aksayan işlerden dolayı aldığı eleştirilerin “mükemmeliyetçi” ruhta açtığı kara delikler
  • Bu kara deliklerin tsunami etkisiyle daha da şiddetlendirdiği başağrıları

şeklinde etkili bir girdapta yaşadığını gözünüzün önüne getirin. Ne kadar zor değil mi?

Aslında bu yaşanan devir daim halkası kelimenin tam anlamıyla bir “psikolojik travmadır” birey için hangi yaşta ve konumda olursa olsun. Travma tekrarlandığı için de bu bir boyutta travmaya bağlı stres bozukluğu geliştirir ki bu da “müzmin” başağrılarında yaşanan biyolojik, psikolojik ve sosyal sorunları açıklar bir noktaya kadar.

Migren bahçesinde en sık yeşeren pskiyatrik bozukluk tohumu “obsesif-kompulsif bozukluk” adıyla meraklı okuyucunun sıkça duyduğu “saplantılı-zorlantılı psikiyatrik tablolar”dır. Bu rahatsızlık detaycı ve hassas kişilik özelliği, olayların iç yüzünü kapsamlı bir şekilde düşünme, etrafındaki kişilerin kendisini anlamasını bekleme gibi duygu durum halleriyle gösterir kendisini. Bu noktada sözü konunun uzmanlarına bırakacağım haliyle. Bizi ilgilendiren migren bahçesinde olanlara geri döneyim lafı daha fazla uzatmadan. Kaygı tohumunda yeşeren hastalıklı bitki migren bahçesinde peyzajı ve verimliliği ne ölçüde bozuyorsa benzer durum çoğu zaman aynı çekirdekten yeşeren depresyon tohumu için de geçerlidir. Depresyon artık konuşmayı henüz çözen çocuktan son nefesindeki yaşlıya kadar herkesin dağarcığına girer oldu maalesef günümüzde. Bilimsel kanıtlar gösteriyor ki migrenlilerde depresif atak gelişme riski sağlıklı bireylerden 3-6 kat daha fazladır. Yani migrenli bir beyniniz varsa genetik alt yapınızdan kaynaklanan kimyasallardan tutun da yaşadığınız çevreden kaynaklanan onlarca içsel ve dışsal faktöre bağlı olarak daha kolay ve daha sık depresif atak yaşıyorsunuz. Öte yandan madalyonun diğer tarafından olaya bakarsak, depresyon tanısı alan bir bireyseniz hayatınızda karşılaşacağınız ilk migren atağı size sağlıklı bireylere oranla dört kat daha yakın demektir. Kemerleri bağlayın, her an uçuşa geçebilirsiniz. Kabaca karamsarlık veya iç sıkıntısı olarak ifade edilebilecek depresif durum kişiyi “kaygı-depresyon-ağrı şeytan üçgeni”nde adeta girdap dibi çeker yaşam denizinin en dip çukurlarına. Dikkate alınması gereken bir diğer nokta da arada bir migren atağı geçirip, öğrendiği atak tedavisi ile sorunu bir şekilde çözenlerin %2-3 ü her yıl “kronik yani müzmin migren” vakasına dönüşüyor. Ara sıra geçirilen migren ataklarına kıyasla daha karmaşık olan müzmin migren durumunda en önemli risklerden biri eşlik eden depresyon olarak kabul edilir.

Peki yokmu doktor bu işin bir oluru? Dediğinizi duyar gibiyim. Bu noktada yegâne çözüm eleştirel değil empatik bir yaklaşımla, ağaca değil ormana odaklanarak resmin bütününü görebilecek gözlerdedir. Gerek aile, gerekse hekimler eğer bu büyük resmi ve bireyin çekildiği girdabı görebilirlerse onu çekip çıkarabilirler güvenli bir yere. Aksi halde “amma da detaycısın, ne takıyorsun bunları, takma kafana” ya da “aman sıkıldım senin bu karamsar ve şüpheci hallerinden” gibi söylemler farkında olmadan girdaba bir ivme kazandırır. Çözüm yolunda ise hiçbir fayda sağlamadığı gibi bireyin tedaviye olan inancını da zedeler.

Oysa ki bu girdabı durduracak ve bireyin çöküş ivmesine adeta bir ilk yardım simidi olacak çözümler vardır elbette. Örneğin “kognitif bilişsel terapi” veya “biyofeedback” gibi bilimsel yaklaşımlar bireye kendi durumuna ait farkındalık ve destek fırsatı sunar. Keza “yoga veya meditasyon” gibi uygulamalar benzer şekilde katkı sağlar. Belirli bir noktada hekim kontrolünde uygulanan tıbbi destek bireye yaşam şeklini yeniden düzenleyebileceği iç enerjiyi bulmasında yardım eder. Kırılan kısır döngü ve yeniden düzenlenen yaşam şekli bireyin algısını, ağrısını, yaşam kalitesini, sosyal hayatını ve akademik başarısını kademe kademe geri kazandırır.

Kaygı-depresyon-ağrı şeytan üçgeninin kırılması bireyin yalnızca bugünü için değil, uzun vadede DNA sında oluşacak deformasyonla farkında olmadan tohumlarına da aktarılacak hasar bilgisinin önlenmesi açısından da hayati önem taşır.

O halde kaygı-depresyon-ağrı şeytan üçgeninde zorlanan bireylere gereken biyolojik, psikolojik ve sosyal desteği sağlayarak onları ve torunlarımızı kurtarmak bizim elimizde. Var mısınız?

Migrenli bir birey olup uzun süredir atak yaşamayan biri olarak, psikiyatrist meslektaşlarımın işine karışmak gibi bir düşüncem olmadığını öncesinde belirterek, nörolojide geçen 25 yıl ve yaşam süzgecimden geçirip damıttığım sonuçları özetlersem size şunları söyleyebilirim;

  • Migrenle depresyonu aynı bahçede barındırmamalıyız. Olayın müzminleşmesine fırsat vermeden en başından profesyonel destek almalıyız.
  • Ağrılarımızın stresimizi artırmasına izin vermemeliyiz. Doktorumuzdan ağrıları başlar başlamaz çözecek ve sık ağrı atağı geçiriyorsak ağrılarımızı önleyecek tedavileri talep etmeliyiz.
  • Sorumluluklarımızı gözden geçirip taşıyamadığımız yükleri bedeli ne olursa olsun paylaştırmanın veya yardım almanın bir yolunu bulmalıyız.
  • Beklentilerimizi gözden geçirmeliyiz, sağlıklı bir yaşam sürerken bizi zora sokan beklentilerimizden vazgeçebileceklerimizi bulup listemizden çıkarmalıyız. Çıkaramadıklarımızın da mükemmellik beklentisini düşürmeliyiz. Sonuçta düşüncelerimize biz yön veriyoruz ve onları bir heykeltıraş gibi yontmak bizim elimizde. Umarım hepinizin baktıkça keyif veren düşünce eserleriniz olur.
  • Mutlu veya mutsuz olmayı olabildiğince başkalarına ait koşullara bağlamamalıyız. “Eşim şöyle davransa bak nasıl da mutlu olurum” yerine “eşimin böyle davranmasını istemezdim ama ben yine de mutlu olmanın bir yolunu buldum” gibi yapıcı düşüncelere yönelmeliyiz. Hayat kısa ve hepimiz bu dünyaya mutlu olmak için geldik sonuçta.
  • Hassas veya detaycı bir kişiliğimiz varsa böyle doğmayı biz seçmedik ama nasıl yaşayacağımız bizim elimizde. Bizim yaşam kalitemizi düşüren uğraşları tespit edip yeni kararlar almalıyız. Gereksiz detayları hayatımızdan çıkararak yarattığımız boşluğu bizi mutlu eden uğraşlarla doldurmalıyız.
  • Çözümler konusunda aceleci olmamalıyız. Zira bazen güzel bir mutlu sona ulaşmak zaman alacaktır.
  • Bedensel ve zihinsel egzersizi yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline getirmeliyiz.
  • Hayatımızdaki uğraşlarımızı “olmazsa olmaz”, “olsa iyi olur” ve “olsa da olur” diye üç kategoriye ayırabiliriz. Enerjimizin çoğunu ilk kategoriye, kalan kısmın çoğunu ikinci kategoriye ve artan sınırlı zamanı da üçüncü kategoriye ayırmalıyız. Bu organizasyonu yapabilmek için de cebimizde gerektiğinde kullanılmak üzere hazır bulunacak bir “hayır” kartı bulundurmalıyız.
  • Her gün kendimize ayırdığımız, öz değerlendirme ve takdir mekanizmasını işlettiğimiz, telefon, internet, televizyon veya başka uğraşlarla kirlenmemiş bakir zamanlar yaratmalıyız.
  • Becerebiliyorsak kısa süreliğine de olsa yardım amaçlı bir işle meşgul olabiliriz. Başka hayatları, başka sıkıntıları görüp empati yapmak, bazen kendi sıkıntımıza daha objektif bakmamızı sağlar. Üstelik böyle bir aktivitede dokunduğumuz yaşamlardan aldığımız pozitif geri bildirimler bizi motive eder ve özsaygımızı pekiştirir.

Son olarak şunu söylemeliyim ki migrende olduğu gibi depresyonun da “müzmin” olan şekli çok daha kötüdür. Beyindeki şebekede oluşan hasardan tutun da aile ve sosyal ağlarda verdiği zarara kadar bir dizi hasar yaratır. Lütfen sorunlarımızı müzminleşmeden çözelim. Çözemiyorsak yardım alalım. Bir elin nesi var, iki elin sesi değil mi? 

Düşünün ki çözülmemiş ağrı, depresyon ve kaygının adeta GDO lu bir tohum gibi deforme ettiği DNA’mız ileride torunlarımıza geçer de onlar doğuştan dezavantajlı olursa hiç iyi olmaz değil mi?

Ağrısız ve mutlu bir hayat, sağlıklı yarınlar hepimizin olsun…

Prof. Dr. Aynur Özge
Genetik Havuzdan Çeyiz Sandığına Migren Kitabı’ndan alınmıştır. (ISBN:978-605-2191-50-7, 3. Baskı: Kasım-2018, İstanbul, Türkiye)