Başağrısından dolayı yaşadığım acıyı seyretmek ya da ağrı kesici bağımlısı olmak dışında üçüncü bir yol olabilir mi?
yonetim2021-12-16T09:35:10+00:00Yıllar önce (1965 yılında) ağrı mekanizmasını açıklama konusunda mihenk taşı kabul edilen “Kapı Kontrol Teorisi” isimli çalışmaları ile Ronald Melzack ve Patrick D. Wall isimli iki önemli bilim insanı büyük bir devrim yapmışlardı. Onlar, o güne dek bilinenin ötesinde, ağrı kontrolünün omurilik düzeyinde başladığını göstermişlerdi. Bu çalışmaları Nobel ödülü aldığında yaptığı konuşmada Patrick D. Wall şöyle demiştir: “Ağrıyı tadan bir beyin bir daha asla normal bir beyin değildir.”
O günkü bilgi birikimiyle bu cümlenin anlamını kavramak neredeyse olanaksızdı ve araştırıcının Nobel ödülü heyecanına bağlanmıştı bu açıklama, dinleyiciler tarafından. Yaklaşık 20 yıl kadar öncesinde ağrı matrisi ve ağrı hafızasının gerek öğrenme ve gerekse nörodejenerasyon (beyindeki hücre hasarı) üzerindeki olumsuz etkisi fark edildi. Bu noktada, sinir bilimciler çok eskilere döndü: İstanköylü (bugünkü adıyla Bodrum) hemşehrimiz ve tıbbın babası kabul edilen Hipokrat’ın, “Ağrı varsa hemen dindirin” öğüdünü hatırladı. (Bu noktada Hipokrat’ın İstanköylü olduğunu, bir sohbetimizde bilgi dağarcığıma sokan ve geçen yıl kaybettiğimiz Prof. Dr. Atilla Oğuzhanoğlu’nu rahmetle anıyorum.) İşte size şimdi açıklayacağım bilgiler son yıllarda bu alanda öğrendiklerimizi yansıtıyor.
Baş ağrısı polikliniğinde bana gelen hastaların çoğu, “Hocam ben dayanıklıyımdır; öyle her ağrıda ilaç içmem. Dayanmaya çalışırım, ne zaman ki dayanamam o zaman ilaç içerim” derler, açıklayıcı bir gururla. Bu, aslında ağrı kesiciler gibi muhtelif ilaçların sık kullanımında bedenimizde oluşturacakları zararlar düşünüldüğünde, makul bir durumdur. Ancak yaşanan ağrılı deneyim sırasında ağrı matrisindeki öğelerin, sinir ağlarının ve dolayısıyla ağrı hafızasının geliştiğini bilen bir hekim olarak beni çok rahatsız eder bu dayanıklılık ifadeleri. Bilirim ki bir insan ne kadar çok ağrılı deneyim yaşarsa ağrı hafızası o kadar gelişir ve bir sonraki ağrılı olay için ağrı eşiği düştüğü gibi, ağrıyla birlikte ortaya çıkan bedensel ve ruhsal tepkileri de değişir. Tüm bunların uzun dönem etkileri ile ilgili ise devam eden araştırmaların sonuçlarını heyecanla bekliyor olsak da, mevcut göstergeler ağrıya dayanmanın iyi bir şey olmadığını gösteriyor. Bu yüzden,
-Ağrımız varsa nedenini öğrenip çözmeye çalışacağız.
-Ağrımıza olabildiğince erken sürede müdahale edeceğiz ki ağrı belleğimize kazınmasın.
-Ağrımız tekrarlama eğiliminde ise, ağrı önleyici yaşamsal düzenlemeler ve tedavilerle atak yaşamamaya çalışacağız.
-Ağrılarımızı nelerin olumsuz nelerin rahatlatıcı biçimde etkilediğini, küçük notlarla kayıt altında tutacağız ki hem doktora hem de bize yol göstersin.
-Ve en kötüsü ağrıya dayanmak, ondan daha kötüsü ağrıya müdahale etmek iken, en iyisine yani ağrıyı önlemeye odaklanacağız, hem hekim hem de hasta olarak.
Belleğinizde ağrı izinin olmadığı günler yaşayın dilerim…
Ek not: Baş ağrısı tanısı alan ergenlerin %13’ünde ilaç kötüye kullanımının varlığı tespit edilmiştir. Migren hastalarında ilaç kötüye kullanım oranı %21.9, GTBA hastalarında %8.7, diğer baş ağrılarında ise bu oran %46.7’dir. Öte yandan bu durumun aksine bazı hastalar da baş ağrılarına direnmeyi ve ilacı reddetmeyi seçmektedirler. Bu doğru bir yaklaşım değildir. Ağrı kesicileri sık ve uygun olmayan şekilde tüketmek zararlı olandır. Benzer şekilde baş ağrılarının tedavi edilmeden ağrıya dayanmaya çalışılması bireylerin yaşam kalitelerini bozduğu gibi beyinlerinde de kalıcı kimyasal değişimlere ya da hasarlara yol açmaktadır.
Kaynaklar: Özge, A. Genetik Havuzdan Çeyiz Sandığına Migren. İstanbul; A7 Kitap Yayıncılık, 2018.