Yıllar önce 1965 yılında ağrı mekanizmasını açıklama konusunda mihenk taşı kabul edilen “Kapı Kontrol Teorisi” isimli çalışmaları ile Ronald Melzack ve Patrick D Wall isimli iki önemli bilim insanı büyük bir devrim yaratmışlardı. Onlar o güne dek bilinenin ötesinde ağrı kontrolünün omurilik düzeyinde başladığını göstermişlerdi. Bu çalışmaları Nobel ödülü aldığında yaptığı konuşmada Patrick D Wall şöyle demiştir “Ağrıyı tadan bir beyin bir daha asla normal bir beyin değildir”. O günkü bilgi birikimiyle bu cümlenin anlamını kavramak neredeyse olanaksızdı ve araştırıcının Nobel ödülü heyecanına bağlanmıştı bu açıklama dinleyiciler tarafından. Yaklaşık 20 yıl kadar öncesinde ağrı matriksi ve ağrı hafızasının gerek öğrenme ve gerekse nörodejenerasyon (beyindeki hücre hasarı) üzerindeki olumsuz etkisi fark edildi. Bu noktada sinir bilimciler çok eskilere döndü ve İstanköylü (bugünkü adıyla Bodrum) hem şehrimiz ve Tıp Biliminin babası kabul edilen Hipokrat’ın “Ağrı varsa hemen dindirin” öğüdünü hatırladı (Bu noktada Hipokrat’ın İstanköy’lü olduğunu bir sohbetimizde bilgi dağarcığıma sokan ve geçen yıl kaybettiğimiz Prof. Dr. Atilla Oğuzhanoğlu’nu rahmetle anıyorum). İşte size şimdi açıklayacağım bilgiler son yıllarda bu alanda öğrendiklerimizi yansıtıyor.

Başağrısı polikliniğinde bana gelen hastaların çoğu “hocam ben dayanıklıyımdır, öyle her ağrıda ilaç içmem. Dayanmaya çalışırım, ne zaman ki dayanamam o zaman ilaç içerim.” derler açıklayıcı bir gururla. Bu aslında ağrı kesiciler gibi muhtelif ilaçların sık kullanımında bedenimizde oluşturacakları zararlar düşünüldüğünde makul bir durumdur. Ancak yaşanan ağrılı deneyim sırasında ağrı matriksindeki ögelerin, sinir ağlarının ve dolayısıyla ağrı hafızasının geliştiğini bilen bir hekim olarak beni çok rahatsız eder bu dayanıklılık ifadeleri. Bilirim ki bir insan ne kadar çok ağrılı deneyim yaşarsa ağrı hafızası o kadar gelişir ve bir sonraki ağrılı olay için ağrı eşiği düştüğü gibi, ağrıyla birlikte ortaya çıkan bedensel ve ruhsal tepkileri de değişir. Tüm bunların uzun dönem etkileri ile ilgili ise devam eden araştırmaların sonuçlarını heyecanla bekliyor olsak ta mevcut göstergeler ağrıya dayanmanın iyi bir şey olmadığını gösteriyor rahatlıkla.

       O halde;

  • Ağrımız varsa nedenini öğrenip çözmeye çalışacağız
  • Ağrımıza olabildiğince erken sürede müdahale edeceğiz ki ağrı belleğimize kazınmasın.
  • Ağrımız tekrarlama eğiliminde ise ağrı önleyici yaşamsal düzenlemeler ve tedavilerle atak yaşamamaya çalışacağız.
  • Ağrılarımızı nelerin olumsuz nelerin rahatlatıcı etki gösterdiğini küçük notlarla kayıt altında tutacağız ki hem doktora hem de bize yol göstersin.
  • Ve en kötüsü ağrıya dayanmak, ondan daha kötüsü ağrıya müdahale etmek iken en iyisine yani ağrıyı önlemeye odaklanacağız hem hekim hem de hasta olarak.

Belleğinizde ağrı izinin olmadığı günler yaşayın dilerim…

Prof. Dr. Aynur Özge
Genetik Havuzdan Çeyiz Sandığına Migren Kitabı’ndan alınmıştır. (ISBN:978-605-2191-50-7, 3. Baskı: Kasım-2018, İstanbul, Türkiye)

Yıllar önce 1965 yılında ağrı mekanizmasını açıklama konusunda mihenk taşı kabul edilen “Kapı Kontrol Teorisi” isimli çalışmaları ile Ronald Melzack ve Patrick D Wall isimli iki önemli bilim insanı büyük bir devrim yaratmışlardı. Onlar o güne dek bilinenin ötesinde ağrı kontrolünün omurilik düzeyinde başladığını göstermişlerdi. Bu çalışmaları Nobel ödülü aldığında yaptığı konuşmada Patrick D Wall şöyle demiştir “Ağrıyı tadan bir beyin bir daha asla normal bir beyin değildir”. O günkü bilgi birikimiyle bu cümlenin anlamını kavramak neredeyse olanaksızdı ve araştırıcının Nobel ödülü heyecanına bağlanmıştı bu açıklama dinleyiciler tarafından. Yaklaşık 20 yıl kadar öncesinde ağrı matriksi ve ağrı hafızasının gerek öğrenme ve gerekse nörodejenerasyon (beyindeki hücre hasarı) üzerindeki olumsuz etkisi fark edildi. Bu noktada sinir bilimciler çok eskilere döndü ve İstanköylü (bugünkü adıyla Bodrum) hem şehrimiz ve Tıp Biliminin babası kabul edilen Hipokrat’ın “Ağrı varsa hemen dindirin” öğüdünü hatırladı (Bu noktada Hipokrat’ın İstanköy’lü olduğunu bir sohbetimizde bilgi dağarcığıma sokan ve geçen yıl kaybettiğimiz Prof. Dr. Atilla Oğuzhanoğlu’nu rahmetle anıyorum). İşte size şimdi açıklayacağım bilgiler son yıllarda bu alanda öğrendiklerimizi yansıtıyor.

       Başağrısı polikliniğinde bana gelen hastaların çoğu “hocam ben dayanıklıyımdır, öyle her ağrıda ilaç içmem. Dayanmaya çalışırım, ne zaman ki dayanamam o zaman ilaç içerim.” derler açıklayıcı bir gururla. Bu aslında ağrı kesiciler gibi muhtelif ilaçların sık kullanımında bedenimizde oluşturacakları zararlar düşünüldüğünde makul bir durumdur. Ancak yaşanan ağrılı deneyim sırasında ağrı matriksindeki ögelerin, sinir ağlarının ve dolayısıyla ağrı hafızasının geliştiğini bilen bir hekim olarak beni çok rahatsız eder bu dayanıklılık ifadeleri. Bilirim ki bir insan ne kadar çok ağrılı deneyim yaşarsa ağrı hafızası o kadar gelişir ve bir sonraki ağrılı olay için ağrı eşiği düştüğü gibi, ağrıyla birlikte ortaya çıkan bedensel ve ruhsal tepkileri de değişir. Tüm bunların uzun dönem etkileri ile ilgili ise devam eden araştırmaların sonuçlarını heyecanla bekliyor olsak ta mevcut göstergeler ağrıya dayanmanın iyi bir şey olmadığını gösteriyor rahatlıkla.

       O halde;

  • Ağrımız varsa nedenini öğrenip çözmeye çalışacağız
  • Ağrımıza olabildiğince erken sürede müdahale edeceğiz ki ağrı belleğimize kazınmasın.
  • Ağrımız tekrarlama eğiliminde ise ağrı önleyici yaşamsal düzenlemeler ve tedavilerle atak yaşamamaya çalışacağız.
  • Ağrılarımızı nelerin olumsuz nelerin rahatlatıcı etki gösterdiğini küçük notlarla kayıt altında tutacağız ki hem doktora hem de bize yol göstersin.
  • Ve en kötüsü ağrıya dayanmak, ondan daha kötüsü ağrıya müdahale etmek iken en iyisine yani ağrıyı önlemeye odaklanacağız hem hekim hem de hasta olarak.

Belleğinizde ağrı izinin olmadığı günler yaşayın dilerim…

Prof. Dr. Aynur Özge
Genetik Havuzdan Çeyiz Sandığına Migren Kitabı’ndan alınmıştır. (ISBN:978-605-2191-50-7, 3. Baskı: Kasım-2018, İstanbul, Türkiye)