Ağrıdan uyuyamamak; uykudan dinç uyanamamak!
manager2024-11-15T23:25:42+03:00Yeterli ve kaliteli bir uyku sağlıklı yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır. Her yaşta insan için uyku süresi ve kalitesi değişmektedir. Ama bir yolunu bulup doğru zamanda doğru şekilde uyuyup sabah zinde bir şekilde kalkmayı becermek zorundayız. Bunu beceremezsek ne mi olur? Biraz anlatayım bildiğim kadarıyla.
Öncelikle size biraz “leptin”den bahsetmek istiyorum. Leptin, son on yılda yıldızı parlayan moleküller arasında sayılabilen çok fonksiyonlu özel bir moleküldür. Ağrıdan depresyona, barsak sorunlarından demans’a kadar bir dizi hastalıkla ilişkisi yayınlandı son yirmi yılda ağırlıklı olarak. Leptin hormonunun bizim coğrafyamızda gece 23:30 ile sabah 05:30 arası en yüksek oranda salgılandığı kabul edilir. Duygu durum, hafıza ve ağrı gibi pek çok mekanizmada farklı yönleri ile görev alır. Ama özellikle beynimizde hücrelerin çalışması sırasında üretilen doğal toksinleri sağlıklı bir şekilde uzaklaştırırken aldığı görev özel bir takdiri hak eder.
Bazıları uykuya dalamadıklarından, dalsalar da sık sık uyandıklarından, uykularında ellerini ayaklarının kendi iradeleri dışında durmadan hareket ettiğinden, canlı rüya gördüklerinden ve hatta uyurgezer olduklarından söz ettiklerinde aklıma hep “leptin” gelir. Beyinde uzun dönem etkileri ve gelecekteki demans’ı hızlandırması, içten içe endişeye sevk eder beni. Hele ki günümüz gençlerinin dünyanın öteki yarısındaki arkadaşlarıyla online oyun oynamak uğruna uykusuz geçirdikleri gecelerden sonra baykuş misali bir yaşam döngüsüne girdiklerinde, gözümün önüne onların beyin şebekeleri gelir.
“Eyvah! Tıpkı odaları gibi şebekeleri de dağınık ve pis oldu; şimdi ne yapmalı?” diye düşünürüm elimde olmadan. Migren nedeniyle takip etiğim hastalarım bazen şöyle söylenirler: “Hafta sonunu hiç sevmiyorum doktor hanım. Hafta içinde ne güzel planlar yapıyoruz hafta sonu için. Oysaki normal saatimden biraz geç uyandığımda, başımda berbat bir ağrı ile başlıyorum güne. Hem benim günüm berbat olup hayallerim suya düşüyor, hem de ailemin hafta sonunu ve ortak planlarımızı bozduğum için kendimi çok kötü hissediyorum.” Elbette ki bu durum tesadüften çok öte biyolojik temeli olan bir ilişkinin ürünüdür.
Çocuk-ergen yaş grubunda her dört migrenliden birinde uyku bozukluğu olduğu kabul edilir. Özellikle son yıllarda artan ekran bağımlılığı ve değişen uyku hijyeni alışkanlıkları ile birlikte bu oranın daha da artacağından endişeliyim.
Bir gün müzmin migren nedeniyle kötüleşen ağrıları için şikâyet eden yaşlı bir kadın hasta gelmişti muayeneye. Araştırıyorum, soruyorum, bakıyorum; bir türlü bulamıyorum, iyi giden tedavinin neden yeniden işe yaramaz hale geldiğini. Derken, hastanın elindeki akıllı telefon gözüme çarptı. Biraz kafamı dağıtmak, biraz da ortamdaki gerilimi azaltmak için sordum: “Kullanabiliyor musun elindeki akıllı telefonu, aran nasıl?” Hastadan önce yanındaki gelini cevap verdi soruma: “Sormayın doktor hanım; annem, benim oğlandan beter bağımlı oldu bu telefona. Bütün gece ‘Şekerli’ miymiş neymiş, bir oyun oynuyor; sabaha kadar uyumuyor puan toplayacağım diye. Gece yolladığı mesajlara cevap vermiyorum diye de benimle kavga ediyor.” Doğal olarak o anda anlaşıldı hastanın ağrılarının neden kötüleştiği ve çözümü ürettik birlikte, birazcık da nasihat ederek yaramazlığı için. Aklıma geldikçe gülümserim, hastanın mahcup yüzü ve gelinin, “Bak yeri geldi, nasıl da şikâyet ettim seni” halleri için.
Yıllar önce yapılan bir araştırma, migrenli kişilerin idrarlarında sağlıklı bireylere oranla melatonin isimli doğal uyku hormonu seviyesinin düşük olduğunu gösterdi. Burada melatonin’in eksikliği tek başına uyku mekanizmasına verdiği etkilerle sınırlı kalmayıp, salgılandığı pineal bez’den yönetilen diğer işlevler de aksadığı için migren kimyasallarını değiştirdiği ortaya çıktı. Değişen kimyasallar, migren ataklarında yaşanan pek çok biyolojik değişimi tetikleyerek bireylerin beyinlerini etkiledi. Bu noktada klasik “eksiği yerine koy” doktrinine uyarak yapılan melatonin takviyeleri uyku düzenini sağlasa da, migren ağrılarında tatmin edici bir yarar sağlamadı.
Bugüne dek edindiğimiz bilimsel kanıtlar gerek leptin, gerekse melatonin’in uyku düzeni-migren ilişkisini açıklarken önemli; ancak henüz tüm boşlukları doldurulmamış etkileri olduğunu gösterdi. Bu konuda yeni gelişmelerin boşlukları dolduracağını ümit ederken uyku sorunlarına migren özelinde daha özenle yaklaşmamız gerekiyor.
Biliyoruz ki doğası ne olursa olsun uyku bozuklukları migren bahçesinde her an hazır ol da bekleyen tohumlardır. Uygun ortam bulduklarında yeşerir ve bahçenin verimliliğini düşürürler. Gerek aileler gerekse hekimler bu yakın ikiliyi dikkatle gözlemek ve birlikte yoluna koymak zorundadırlar.
Bazen uyku hijyenini yeniden tesis etmek doğal yollarla mümkün olmaz. Bu durumda doğal uyku hormonu olarak bilinen melatonin takviyesi gerekebilir. Huzursuz bacak sendromu, uyurgezerlik ve uyku terörü gibi tablolar ise tıbbi destekle çözülebilir.
O halde migrenden kaçınmak için sağlıklı bir uykuya, uyku bozukluğundan kaçınmak için ağrısız gecelere ve sağlıklı bir uyku hijyenine ihtiyacımız var.
Uykunuz başınızdan eksik olmasın. Ya da bir hastamın dediği gibi: “Başınız, uyku dışında bir şey için yere eğilmesin.”
Kaynaklar: Özge, A. Genetik Havuzdan Çeyiz Sandığına Migren. İstanbul; A7 Kitap Yayıncılık, 2018.